- Kategoriler
- Genç Kaknüs
- Çocuk
- Çok Satanlar
- Yazarlar
- Kataloglar
- Blog
- İletişim
İstanbul’dan yola çıkıp Mevlâna’ya yürüyen Emrah ve Ceyda Altuntecim, 49 günlük yürüyüşlerini ve şahit oldukları olayları “Aşk Yolunda Adım Adım” adlı kitapta anlattı.
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde modern zaman içinde İstanbul’da Emrah ve Ceyda Altuntecim adında iki sevgili yaşarmış. Emrah ve Ceyda, şehrin onca koşuşturmacasının ardından akşam olunca evlerine çekilirlermiş. Yine böyle bir akşam Emrah odasındaki bilgisayarında bir şeyler yazarken ekrana dalıp gitmiş, kalbinin derinliklerinde bir his uyanmış. Hemen Ceyda’yı yanına çağırmış. Ceyda büyük bir heyecanla odaya koşmuş. Emrah’ın ağzından dökülen “Yürüyelim Ceyda” cümlesi olmuş. Ceyda da hiç tereddüt etmeden “Yürüyelim, ama nereye?” demiş sevdiği adama. Emrah “Bilmiyorum, ama çok uzaklara yürüyelim!” diye karşılık vermiş. Ceyda’nın dudaklarından tek tek dökülen kelimeler onları sırlı ve zorlu bir yolcuğa sürüklemiş: “Hazreti Mevlâna’ya yürüyelim.”
Bu sahne, her ne kadar masalsı, kurgusal gelse de gerçekten böyle cezbeli bir şekilde başlamış Ceyda ile Emrah’ın hikâyesi… Devam edelim… Çiftin ilk işi Mevlana’nın 22’nci kuşak torunu olan Esin Çelebi Bayru’yu aramak olmuş, o da sanki bu telefonu bekliyormuşçasına hiç tereddüt etmeden “Yürüyün çocuklar!” demiş. Ancak yürüyüşlerini 30 Eylül’de yani Mevlâna’nın doğum gününde bitirmelerini istemiş. Bu tavsiye, yürüyüşün daha da anlamlı hâle gelmesine neden olurken Emrah ve Ceyda çiftinin yürüyüşlerine olan inançları da artmış. Kendilerini artık “Geri dönülemez” bir yolculuğun içinde hissetmişler. Tam 1.5 milyon adımın atılacağı bu yolculuğun adı “Aşk Yolculuğu” imiş.
Yolculuğun Hazreti Mevlâna’nın doğum gününe denk gelmesi için önce incelemeler yapılmış. Güzergâhlar seçilmiş, adımlar hesaplanmış ve çift, 13 Ağustos Perşembe günü yola çıkma kararı almış, Mevlâna’ya ulaşmak için İstanbul, Yalova, Bursa, Bilecik, Eskşehir, Kütahya ve Konya’yı kat edecek çifti Zeytinburnu Yenikapı Mevlevihanesi’nden Esin Çelebi ve dostları güllerle uğurlamış. Ancak yola çıkan bu iki karınca için asıl macera şimdi başlıyormuş.
Günde yaklaşık 40 kilometre yürümeyi planlayan çift, çantalarında sadece bisküvi, kuruyemiş ve su ile yollara düşmüşler. Kimi zaman bir köyün camisinde, kimi zaman muhtarın evinde, kimi zaman da bir türbenin yanında çadır açıp uyumak zorunda kalmışlar. Misafir edildikleri yerlerde önlerine ne konuyorsa onları yemişler. Kimi zaman rüzgâr, kimi zaman yakıcı bir güneş kimi zaman da yağmur, arkadaşları olmuş. Hiçbirine itiraz etmemişler. Tam bir teslimiyetle yolun kendilerine sunduklarını kabul etmişler. Kimi köylerden geçerken arkalarından “Bunlar uzaylı!” diye bağırıp, alaya alanlar da olmuş.
Bizim aşıklar az gitmişler uz gitmişler nihayetinde 1.5 milyon adımı tamamlamış ve Yenikapı Mevlevihanesi’nde kendilerine verilen gülleri Mevlâna Hazretlerine ulaştırmışlar. Tabii yoldan nasiplerini de almışlar.
Aslında anlatacakları, şahit oldukları o kadar şey var ki. Biz ancak bir kısmını onların ağzından aktarıyoruz.
Tasavvuf kitaplarındaki mucizeler hikâye değil
Ceyda ve Emrah Altuntecim, modern hayatın kendilerine sundukları imkânları bir kenara bırakıp aşk uğruna Mevlâna’ya varmak için çıktıkları yol boyunca çeşitli mucizevi olaylarla karşılaşmışlar. Yaşadıklarıyla ilgili olarak “Olayların arkasındaki gerçekleri artık görmeye başladığınızda tasavvuf kitaplarındaki mucizevi olayların hikâye olmadığını anlıyorsunuz” diyorlar. Ve bu mucizelerin kendi hayatlarında nasıl bir etki yaptığını ise şu cümleyle dile getiriyorlar: “Mevlâna eşekçesine, edepsizcesine de olsa adım at, diyor. Biz yola çıkarken çok yanlışlar yaptık ama ona yürümenin ne kadar doğru bir şey olduğunu hissettik her gün. İmanımız perçinlendi.”
Şimdi karşılaştıkları olayların bazılarına kulak verelim:
Yol arkadaşlığı yapan bulut
“O dönem İstanbul’da büyük yağışlar yaşanıyordu. Biz de Kütahya’dan yağışlar nedeniyle geç çıkmak zorunda kaldık. Ancak şehrin çıkışından itibaren tepemizde bize büyük bir bulut eşlik etti, bizi yağmurdan korudu. Güneş açtığında ise gölge etti. Bizimle tam iki gün boyunca yol arkadaşlığı yaptı.”
İkram edilen karpuz
“Güneşli ve sıcak bir günde yürüyorduk. Ceyda ‘Ah karpuz olsa da yesek’ dedi. Normalde Ceyda isteklerini bana bile söylemez… Aradan üç-dört dakika geçmedi ki ileride kasketli bir amca sandığın üzerine karpuzu ikiye bölmüş bizi el işaretiyle çağırıyordu. Yanına gittik. Hiçbir şey konuşmadan karpuzu dilimledi verdi, biz de yedik.”
Emanet edilen ev
“Büyük bir yokuş çıktıktan sonra Turan köyüne ulaştık. Gece 22:30 gibi, bir amcanın kapısını çaldık. Amca bizi sorgu suale çekmeden sadece nereye gittiğimizi sordu. Biz de ‘Mevlâna’ya’ dedik. Amca evin tadilatta olduğunu, ev ahalisinin başka bir yerde kaldığını söylerek evi bizim hizmetimize bırakıp, anahtarı verip çekip gitti. İstanbul’da yaşayan biri olarak bu tavrı anlamamız çok zor oldu”.
Ana Sultan’ın yardımı
“Afyon’da Mevlâna Hazretleri’nin torunlarından bir hanımefendiyi ziyaret edeceğimiz söylendi. Evine gittiğimizde gözleri görmeyen ve hasta bir hanımefendiyle karşılaştık. Ben içimden ‘Niye bizi buraya getirdiler ki bize ne gibi aktarımı olabilir ki’ diye geçirdim. Bizi yanına çağırdı ‘Evladım hani üç gün önce bir türbenin yanında çadır kurdunuz ya ben size orada yardım ettim’ dedi… Anlaşılıyor ki evrende bir sistem var. Bizim, yanında çadır kurduğumuz türbe anlaşılan yerin altındaki Ana Sultan’mış, yanına uğradığımız da yerin üstündeki Ana Sultan… Olayların arkasındaki gerçekleri artık görmeye başladığınızda tasavvuf kitaplarındaki mucizevi olayların hikaye olmadığını anlıyorsunuz.”
“18 gül mucizesi”
“Yolculuğumuz boyunca Mevlâna’ya ulaşıncaya kadar 18 gül toplayıp götürecektik.18 sayısı Mevlâna’nın kendi el yazısıyla yazdığı Mesnevi’nin 18 beytini temsil ediyordu. Her uğradığımız yerden bir gül alabiliyorduk. Ancak Konya’ya vardığımızda toplayabildiğimiz gül sayısı 16’da kalmıştı. Durumu Esin Çelebi’ye ilettik. Bize bir şey söylemedi. Daha sonra bizi merhum babası Celalettin Bakır Çelebi’nin kabrine götürdü. Dua ettik. Sonra bize ‘Çocuklar sağınıza bakın!’ dedi. Gül ağacının üstünde kurumuş bir gül gördük. Ceyda güle dokununca avucuna düştü. Esin Çelebi bu kez ‘Çocuklar solunuza dönün!’ dedi. Bu sefer de sol taraftaki gül ağacının üstünde kurumuş bir gül vardı. Esin Çelebi ‘Çocuklar bunlar da size babam Celalettin Bey’in hediyesi’ dedi. Daha sonra 18’e tamamlanan güller Mevlâna’nın gül bahçesine serpildi.”
(Kaynak: Sabah)